KENDİ KENDİNE KONUŞANA DELİ DERLER!

Sevgili okur, bu yazıda başlıkta ki cümleyi çürütmek için uğraşacağım. Çünkü kelimelerin büyülü olduğuna inanıyorum. Kulaklarımla duydum dediğimiz, gözlerimle gördüm dediğimiz şeylere bile kendimize söylediğimiz sözler kadar inanmadığımızı fark ettim. Birileri bize bir şeyler söyleyebilir. Söyleyen insan bizim için güvenilirse %90 inanırız. %100 değil. ‘Belki yanlış duymuş, yanlış görmüşsündür.’ deriz. Birileri bize, ‘Sen başaracaksın. İnanıyorum.’ derse yine ona biraz inanırız. Tam değil. Bir şeylere inanmak için o şeyi kendimize kendimiz söylemeliyiz. ‘Asla başaramazsın. Sen bir aptalsın.’  Derse biri inanmayız. ‘Sen bu konu da yeterli değilsin. Başarılı olamazsın.’ derse aynı kişi ‘Evet yeterli değilim.’ deriz kendimize. Ve bırakırız o işi. Belki hemen ertesi gün bırakırız demiyorum. Ama ertesi gün o işin başına oturan biz, aynı şevk ile oturmayız. Soğuruz. Zamanla da bırakırız.  Kelimelerin büyüsünü gördüysek asıl konumuza geçiyorum…
Dünya’nın en zor şeyini buldum: ‘Herkese susup kendinle konuşmak’ 
Bir süredir bunu deniyorum. Burada susmaktan kastedilen, sessizliğe bürünmek ya da ilkokulda bize öğretildiği gibi çiçek olup, arkadaşınla teneffüse kadar küsmek olayı değil. Herkesle konuşmaya devam ediyorsunuz. Ancak onların söylediklerini ve yaşanan olayları kişisel algılayıp kendinize sorular soruyorsunuz. Biri sizinle tartışırken kaba ya da kırıcı şeyler söylediğin de onunla iletişime ara verip kendinize dönüyorsunuz. Ben böyle miyim? Ben kendimi böyle mi tanımlıyorum? Kendime bu değeri mi veriyorum? gibi soruları değiştirerek soruyorsunuz. İlgi odağınız kendiniz. Daha sonra kendi değerinizi kendi gözünüzle görünce anlıyorsunuz ki size bunları söyleyen kişinin aslında derdi sizinle değil kendisi ile. Yani söyledikleri kendini tanımlama şekli. Kendine duyduğu öfke… Bunu yapınca her gün kendinize neler söylediğinizi fark ediyorsunuz, insanların fark etmeden kelimelerle nasıl sizi büyülediğini ve önünüze bazen nasıl da set koyduğunuzu görüyorsunuz. Sonra kavgalarınız kısacık sürüyor. Karşınızda ki belki öfke nöbetleri geçiriyor ama siz farkına varıyorsunuz ki o an yaşananlar tamamen onunla ilgili. Ona söylenenler ve onun inanıp kendisine inandırdıkları ile ilgili. Ve insan ilişkilerinde üzerinize düşeni yapmış olarak onu kendi alanında baş başa bırakıyorsunuz. ‘Ben kendimi çözdüm. O yüzden karşılık sana karşılık veremem. Sıra senin kendini çözmende.’ diyorsunuz.
Her şeyin kendinize söylediklerinizle ve kendinizi sevmekle ilgili olduğunu fark ettiren güzel bir uygulama… 
Başkalarına kulaklarınızı kapatıp, her daim konuşan iç sesinizi dinlediğinizde kendinizle ilgili gerçekleri duyuyorsunuz. Birileri ‘Yapamazsın!’ demiş. Meğer yapabilirmişsiniz ya da çevir cümleyi, birileri ‘Sen bunu çok iyi yaparsın!’ demiş de çuvallamışsınız. O yüzden ayaklarınızı sürüyerek yavaş yavaş yürüyormuşsunuz. O yüzden ‘Ben hiçbir şeyi başaramam.’ diye inandırmışsınız kendinizi ve ölü toprağı serpmişler üzerinize… Bu tembellik ondanmış…
Kader deyip sarıldığımız şey belki de bizlere inandırılan şeylerdir. Kendini dinlememek, var oluş amacını bulmamak nefse yapılan zulümdür belki de… Bunları aşağıda listesini yaptığım kitapları kedimce harmanlayarak öğrendim. Son olarak, okurken aklıma gelen şu cümlelerle yazıyı bitiriyorum: Dünya kocaman bir yer. Ve sanki bazen insanlar, her bir karışını görmüş gibi bizim evimize gelip ‘Gökyüzü diye bir şey yokmuş. Bak senin odanın tavanından da görünmüyor. Yıldızlar yok! Güneş yok! Hepsi uydurmaymış, inanma artık.! Demiş de gökyüzü ile birlikte kendimize inanmaktan da vazgeçmişiz. Bir lokma ortaokul çocuklarının bile kendilerine inancı yok. Hayalleri yok. ‘Belki evimizin başka odaları gökyüzüne bakıyordur.’ dememiş kimse. Kim bilir, belki bir gün evimizin çatısı delinir. Bu durum bize, iğrenç bir musibet gibi görünür. Çünkü çatlaklardan su girer. Özenle temizlediğimiz halılarımız ıslanır. Rutubet kokar. Ama sonra güneş çıkar. Alışır ve umutlanırız. Sonra güneş batar. Karanlık dolar aynı çatlaktan. Umutlanmak zor şey ama onları söndürmek çocuk oyuncağı! Hemen söndürüveririz. Yine bir musibet deriz. Yine bizi buldu. Bittim mahvoldumlar düğümlenir boğazımızda. Sonra Ay doğar. Yıldızlar parlar... 
Gökyüzünün varlığına inanmak için evine yağmurun dolmasını beklememeli. Kendini dinlemeli. Kendine konuşmalı. Deli olmak pahasına…

Vesselam. 

Okunası Kitaplar:
1-)Don miguel de ruiz- Dört Anlaşma
2-)Don miguel de ruiz- Ustaca Sevmek
3-)Kur’an-ı Kerim Türkçe Meal
4-)Ömer Faruk Dönmez- Hamza
5-)Wilhelm Schmid- Mutsuz Olmak