casino siteleri

BAŞLIKTAKİ SEN…

Bu bir itiraf ki başlık bulamadım. Her şeyde düzen arayan ben, başlıkları sevmem... Kalem, gizem dolu bir şeydir. Uzak yakın farklı diyarlardan toparlar getirir eskiye dair ne varsa.  Adı yazar olan tüm insanlar da onu sayfada gezdirip durur. Böyle yazılır işte tüm o kalın romanlar, şiirler… Sır dolu kalemden çıkanları ziyan edip, sınırlara sokuyor gibi oluyoruz başlıklarla. Ama başka türlü okumuyorsun sevgili okur. Artık dikkatimizi çekmeyince tenezzül etmiyoruz hiçbir şeye. Tek uğraşımız dikkatleri çekmek. İnsanların düşlerinde iyi hatırlanmak... Güzel kıyafetlerimizle, gittiğimiz güzel mekânlarla… Böyle olunca başlıklarda da dikkat çekmek gerekiyor. Kitapların renklenmesi, dikkat çekici resimlerin konulması, okunmayınca yeni resim ve süslü yazılarla tekrar basılması gerekiyor. Artık şekilciyiz sevgili okur. Ve sahaflar tozdan görünmüyor. Birer birer kepenk kapatıp, o çok katlı merkezlere dönüşüyor. Artık hiçbir kitapçı, dükkândan içeri giren kitap  severlere hikâyeler anlatmıyor. Popüler kültürden, çok okunanlar dışında bir şeyler öneremiyor…

Dizilerde filmlerde reklamları yapılana kadar kimse Tutunamayanlar’ı almazdı eline. 72 sayfadan fazlasında noktalama işareti olmadığı bilinmezdi. Cemal Süreya’nın soyadında ki ‘y’ harfine ne olduğunu anlatmadı hiçbir kitapçı. Kısa hikâyelerin kurucusu Çehov’un aslında tiyatrocu olduğunu, o yüzden hikâyelerinde mekânları böylesine güzel betimlediğini bir miras gibi fısıldamadı kimse. Tam tamına 4 sayfa bir burnu tasvir eden yazarın kim olduğunu, Şiraze’nin neden kendi kendine saklı mektuplar yazdığını, neden kendini böcek olarak gördüğünü Samsa’nın… Kimse anlatmadı. Kimse demedi edebiyatın derslerden ve ezberden öte bir şey olduğunu.

Edebiyat demek, insan demek sevgili okur. İnsanların yaptığı her şeyde de yaşam var. Yani ki hata var, sevmek var, üzüntüler var, ölümde var düğünde, sen de varsın bende. Sanma ki bambaşka şeyler. Külkedisi de sen, zehirleyen cadı da, Kuyucaklı Yusuf’ da, çölde ki Hacer' de, kitapları havuza atan Şemste, balığın karnındaki Yunusta sensin, ateşe su taşıyan karıncada, odun toplayın emri veren Nemrutta. Bugüne kadar yazılmış ve yazılacak olan her şeyde biz varız. Bizim de her şey var içimizde. Filizlenmeyi bekleyen iyi de, kötü de. Sabahattin Ali’nin demek istediği içimizde ki şeytan gibi... Kitaplar da kötülüğünü besleyince neler olacağını, neden kötülük diyarına ilişmemen gerektiğini gösterir. Ve neden iyilikten güç bulmak gerektiğini…

 Belki böyle anlatılsaydı okullarda, yıllar önce okunacaktı Kürk mantolu Madonna. Sadece yanına kahve alarak resim çekmek amacıyla değil gerçekten okunacaktı, okunan her şey…

Tarih, din, psikoloji… Ne varsa hayattan, insana dair. Bize eksik anlatıldı.

Derslerin içine girince bilim sıkıcı oldu. Her an her yerde olan fizik, en sevilmeyen derse dönüştü. Oysa her sabah doğan güne, denize girdiğinde bedenini kaldıran suyun gücüne, adımlarını dimdik tut kendine güven diye seni çeken yere,  kuşların kanadından uçaklara, salatanın ekşisinde ki kimyadan aşkın sende ki kimyasına.

Birer birer sıralandı da padişahlar. Aslında kim nasıl anlatılmadı. Tüm o devlet adamlarının isimleri girilen savaşlar ve tarihleri   sınav gününden sonra tarih olup uçtu zihinlerden.

Birer birer  sureler ezberletildi de aslında söylediklerinde evrenin saklı olduğu bilinmeden okundu hepsi. Bu kelime ne demek bilmeden, yüzyıllar önce inmiş incecik bir kitabı okumadı kimse. İnanan da okumadı, inanmayanda. Oysa aklın vardı. Okuyup, anlayıp neden inandığını ya da neden inanmadığını kendine kanıtlarsan ancak kendini bilebilirdin. Savunabilirdin davanı. Biz bilemedik kendimizi. Torbamızın içini doldurmadan çıktık yola. Ve yoldakilere bir şeyler anlattık. Anlatmayı sevdik de anlattıklarımızdan bir haberdik. Sonra ayrı tuttuk. Bizden olmayanı, bu yoldan değil de şu yoldan yürüyeni. Şucu, bucu dedik de yüreğine bakmadık. ‘Düşüncelerin sadece bir Mısır geleneği aslında tesettür yok ve cahilsin.’ Dedi bilimden anlayan. ‘Sende cehennemliksin o zaman çünkü en güzel ben okurum ayetleri’ dedi ilimden anlayan. Resim çizen ilişmedi matematiğe,sanatı sadece resim çizenler anlardı. Müzik sadece müzik kulağı olanların işiydi…

Oysa bir alak( kan pıhtısı) dan yaratıldı insan. Ve kan akarken ses çıkardı. Müziğin ilham kaynağıydı. Kırmızılığıyla resmin, kalbi attırınca biyolojinin, beyni besleyince bilimin, hayata amaç buldukça dinin…

Eksik öğrendik. Bunun sebebi değil sistem. Sebep bize artık hikâyeleri anlatmayan kitapçılarımız. Sebep ayırdıklarımız. Dinden bilimi, tarihten felsefeyi, edebiyattan yürekleri, insandan yaşamı…

Sebep makineleşen bizler. Elimizden bırakmadığımız telefonlar. Sebep daha çok okuyup yazmayan  ben. Ve Sebep: başlıktaki sen…

 

Vesselam.