Gazeteci Araştırmacı Yaza
Bin 800’lü yılların son dönemlerinde, Adana’nın Kozan ve Saimbeyli bölgelerinde
asırlarca hüküm süren Kozanoğulları Beyliği’nin gelip İstanbul’a yerleşen ve Sultan II.
Abdülhamid’e yakınlığıyla bilinen soylu beylerinden Hüseyin Bey’in oğlu Mehmet Sabri Bey
Hukuk tahsilini bitirir.
İlk görevi Erzurum İstinaf Mahkemesi Savcılığıdır. Erzurumlular tarafından çok
sevilen bu beyefendi, yörenin tanınmış ailelerinden Korukçuların kızı Sabire Hanımla
evlendirilir.
Savcı Mehmet Sabri Bey’in ve Sabire Hanımefendi’nin Nizamettin ve Selahattin
isimli çocukları dünyaya gelir.
Birinci Dünya Savaşı sonunda bu mutluluk bozulur. Ruslar Erzurum’a yaklaşmaktadır
ve çaresiz bir göç başlamıştır. İşte bu korkunç şartlar içerisinde yapılan göç sırasında Sabire
Hanım yolda vefat eder.
Arkasından Sinop’a Ağır Ceza Reisi olarak tayin edilen Mehmet Sabri Bey, bu sefer
Sinop’un ileri gelen ailelerinden birinin kızı olan Kamer Hanım’la evlenir.
Ve derken takvimler 29 Ekim 1926’yı göstermektedir. Savcı Mehmet Sabri Bey’in eşi
Kamer Hanım, serin Sinop gecelerinde kucağındaki nur topu bebeğin kulağına ninniler ve
dualar söylemektedir.
Bu zeki çocuk, sırasıyla başladığı Kayseri Cumhuriyet İlkokulu, Trabzon Gazipaşa
İlkokulu ve ardından İstanbul Erkek Lisesi’nde tahsilini yaptıktan sonra binlerce müracaat
içinde seçilip girdiği İstanbul Teknik Üniversitesi Makine Fakültesi’ni hep birincilikle bitirir.
Belli ki O, çok özel marifetlere mazhar kılınmış ve çok üstün yeteneklerle donatılmış
birisidir. 1948 yılında fakülteyi bitirdikten sonra 1 Temmuz’da aynı üniversitenin motorlar
kürsüsüne asistan olarak atanır ve hazırladığı üç ciltlik mükemmel doktora tezinden sonra
üniversite tarafından Almanya’ya gönderilir.
1951-53 yılları arasında Aechen Teknik Üniversitesi’nde biri doktora, biri doçentlik,
diğeri de araştırma olmak üzere 3 tez hazırlar.
Özellikle dikkat ve hayretleri üzerine çeken dizel motorlarda püskürtülen yakıtın
tutuştuğunu matematiksel olarak izah eden bu son tezinden sonra Alman yetkililerin özel
daveti ve ısrarı üzerine Leopar Tank motorlarını araştırma başmühendisi olarak
görevlendirilir.
Evet, yıllarca gaflet ve hıyanet bulutlarının ve cehalet zülümatının arkasında saklanan
hakikat güneşi yavaş yavaş doğmaya başlayıp ve gün geçtikçe de parladığı gün gibi ortaya
çıkıyordu.
1953 yılında bir ara yurda dönen ve tezini hazırlayıp girdiği imtihanları başararak 27
yaşında Türkiye’nin en genç doçenti unvanını kazanan Erbakan, 1954 yılında İstihkâm
Okulu’nda başladığı vatani görevini tamamladı. 1956 yılında ise 200 kadar arkadaşıyla
birleşerek meşhur Gümüş Motor fabrikasının temelini atıyordu.
Bu girişimden dolayı Türkiye Cumhuriyeti’nin o gün ki başbakanı merhum Adnan
Menderes, Erbakan’ı telefon ve telgrafla arayarak kutlar ve dönemin Maliye Bakanı Merhum
Hasan Polatkan ise 1960’ta faaliyete geçen fabrikanın açılışına bizzat katılım sağlar.
Türkiye’mizin bir dikiş iğnesi üretmesine bile fırsat vermeyen dış güçler ve içteki
sömürü ve sermaye çevreleri yüzde yüz yerli imkânlarla motor üreten bir fabrikanın
kurulması ve Erbakan’ın bu başarısı karşısında çılgına dönmüşlerdi…
O güne kadar ruh ve fikir planında süregelen hak-batıl mücadelesi, Gümüş Motor
hareketiyle açığa dökülüyor ve Erbakan’la batılcıların mücadelesi başlıyordu.
Ne acıdır ki o tarihte İstanbul’da bulunan 67 motor ithalatçısının sadece 3 tanesi Türk
ismi taşıyordu. Tanesi 6 bin 700 liraya satılan 9 beygirlik motorlar Gümüş Motor
Fabrikası’ndan 5 bin liraya piyasaya sürüldü!
Bunun üzerine dış destekli firmalar motor fiyatlarını 4 bin 200 liraya indirdiler.
Gümüş Motor kendi fiyatlarını 4 bin liraya düşürünce rakip firmalar 3 bin 500 lira yaptılar.
Gümüş Motor çaresiz 3 bin 500 liraya satmak zorunda kalınca onlar 2 bin 800 liraya
düşürdüler. Bütün amaç; Gümüş Motor’u iflasa sürüklemek ve kapatmaktı.
Ama karşılarında yılmaz ve yorulmaz bir milli kahraman vardı! Bu soylu Asyalı ile
asla başa çıkamıyorlardı…
Sanayi girişimlerinde Odalar Birliği’nin rolünü çok iyi bilen Erbakan Hoca, daha
1959’larda girdiği ve yükseldiği İstanbul Sanayi Odası Makine İmalatçıları Sanayi Meslek
Komitesi Başkanlığı’ndan, 1966 yılında ayrılıp, bu sefer yerli imalatı, ithalat karşısında
koruyabilmek ve sömürü tekellerinin dampingi karşısında Gümüş Motor’ları satabilmek için
ithal kotaları düzenleme yetkisi bulunan Odalar Birliği Sanayi Dairesi Başkanlığı’nı ele
geçirdi.
Ancak, kendilerinin aldığı kararları Odalar Birliği Genel Sekreteri’nin bozduğunu
görünce bu sefer de TOBB’a Genel Sekreter oldu.
Bunun üzerine dış güçlerin ve yerli işbirlikçilerin elinde ve emrinde çalışan TOBB
Genel İdare Kurulu üyeleri, genel sekreterin kararlarını çalıştırmayınca arkasından Erbakan
Hoca yeni bir meydan savaşı kazanarak, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği’ne Genel Başkan
seçildi.
Kapitalist kargaların bir nevi üssü ve karakolu durumundaki bu teşkilatın en üst
zirvesine yükselen bu soylu Asyalı’nın yolunu tıkamak ve çaresiz bırakmak için bu sefer
hükümet devreye girdi ve devrin Başbakanı Süleyman Demirel kotaları hazırlama yetkisini
Odalar Birliği’nden geri aldı!
Ayrıca zalimler, mazlumların kafasını ezmek için kullandıkları bir Demir + el,
Erbakan Hoca’yı Odalar Birliği Genel Başkanlığı’na getiren seçimlerin iptali için Danıştay’a
başvurdu. Erbakan Hoca ise hukuki yollardan bu seçimlerin haklılığını ve geçerliliğini
ispatladı, ama yine de kanunsuz, kaba kuvvet zoruyla görevinden uzaklaştırıldı.
Hele hele Odalar Birliği’ne bağlı (Özel Sektör Enformasyon Komitesi) ÖSEK’e
yaptığı teftişte, bu teşkilatın “kominizim ile mücadele” perdesi altında o gün için Sol’a
kiralanmış bazı yazar bozuntularına milletin kesesinden dağıtılan 600 bin lira (o gün için çok
büyük bir meblağ) paranın nasıl çarçur edildiğini gören Erbakan Hoca kararını vermişti:
Hiç çaresi yok, siyasi güce ve hükümet otoritesine sahip olmalıydı!
Bu nedenle, ya mili ve manevi değerlere bağlı bir tabana oturan Adalet Partisi (AP)’yi
içten fethetmek, bu olmazsa hiç değilse “Madem siyasete hevesliydin ne diye hazır milliyetçi-
muhafazakâr bir parti varken ona girmedin?” şeklindeki soruları fiilen cevaplandırmak için
yaklaşan 1962 seçimlerinde aday olmak istemiyle AP’ye müracaat etti.
Ancak, Mason localarının ve sermaye hocalarının şiddetli tepkileriyle karşılaşan
Erbakan, sonunda AP listesinden veto edildi.
Kaybedecek vakti yoktu. Erbakan Hoca, Konya İli’nden bağımsız aday oldu. Bütün
tertip ve tehditlere rağmen 3 milletvekili oyu alarak meclise girmeyi başardı.
Daha sonra inanan ve uyanan insanları organizeli bir güç haline getirmek, yani onları
nizama sokmak ve çağlar üstü mutlak nizamı hayata hâkim kılmak için 26 Ocak 1970’te Milli
Görüş’ün ilk partisi olan Milli Nizam Partisi’ni birçok arkadaşıyla birlikte kurdu.
Daha bir yılını yeni doldurmuştu ki bu parti, 1971 yılının Nisan Ayı’nda, belki dünya
tarihinde ilk defa gençlik kollarının yayınladığı bir broşürde yer alan bir şiirin içindeki masum
ve mübarek şu cümle yüzünden kapatıldı:
“Dağa Taşa Hak Yol İslam Yazacağız!..” Ama bu yiğit lideri hak bildiği davasından
caydırmak ve usandırmak mümkün olmuyordu.
Nitekim 11 Ekim 1972 tarihinde kurulan Milli Selamet Partisi, Erbakan liderliğinde
girdiği 1973 seçimlerinde yüzde 12 oyla 48 milletvekilliği ve 3 senatörlük kazanarak, 51
parlamenterle meclise girdi.
1974 yılı başında kurulan MSP-CHP koalisyonunun bozdurulmasından sonra oluşan dörtlü koalisyonda da yer alan MSP’nin Genel Başkanı, yine Başbakan Yardımcılığı ve Ekonomik Kurul Başkanlığı görevlerini üstlendi. 5 Haziran 1977 seçimlerinden sonra kurulan kısa süreli 3’lü koalisyonda da bu görevini devam ettiren Erbakan liderliğindeki MSP, böylece toplam 4 yıl süreyle hükümet ortağı oldu.
Bu vesileyle nihayet Mehmed Akiflerin, Eşref Ediplerin, Said Nursilerin, Abdülhakim Arvasilerin, Muhammed Zahidlerin, Mahmud Sami Efendilerin, Palulu Haydar Baba Efendilerin ve ismini zikredemediğimiz daha nice âlimlerin, velilerin duaları kabul gördü. Himmet ve gayretler selamete dönüştü…
“Önce Ahlak ve Maneviyat” diye yola çıkıldığında, 3 buçuk yılda 350 İmam-Hatip Okulu açıldı, uyumsuz ve sorumsuz koalisyon ortaklarına rağmen yurt çapında ağır sanayi hamlesi başlatıldı ve temeli atılan 200 dev fabrikanın 70 tanesi bitirildi, keza üretime geçirildi!..
Ancak bu soylu Asyalının önlenemez yükselişini ve millet odaklı hizmetlerini hazmedemeyen şer odaklar, her türlü entrikaya başvurarak, en sonunda Erbakan’ın içinde bulunduğu koalisyon hükümetini 1978 yılı başında alaşağı ettiler.
Hatta bununla da yetinmeyen Siyonist çevreler, toplum lehine gerçekleşen hizmetler karşısında adeta telaşlanıp, paniğe kapıldılar ve nihayet türlü desiselerle bu mümtaz mücahit insanı darbe ile durdurdular!
12 Eylül 1980’e kadar muhalefette kalan MSP’nin Genel Başkanı Necmeddin Erbakan, 12 Eylül ihtilalinin getirdiği yasaklarla Eylül 1987 yılına kadar siyasetten uzak kaldı.
Darbenin yapılacağını bildiği ve özellikle kendisine yurda dönmemesi yönünde tavsiye edildiği halde, “Biz böyle günlerde camiamızın yanında ve başında bulunmalıyız” diyerek gittiği Londra’dan geri döndü, cemaatinin başını ağrıtmamak ve kimsenin burnunu kanatmamak için hapse kendisi girdi, en zor hesapları kendisi verdi ve bu badireden de alnının akıyla çıktı.
Eylül 1987’de gerçekleşen referandumla yeniden siyasi haklarını elde eden Erbakan Hoca, 19 Temmuz 1983 tarihinde kurulmuş olan Refah Partisi (RP)’nin, 11 Ekim 1987 tarihinde yapılan kongresinde oy birliği ile genel başkanlığa seçildi ve 20 Ekim 1991 seçimlerinde Konya’dan yeniden milletvekili seçildi.
1995 genel seçimlerinde tekrar Konya’dan milletvekili seçilerek meclise girdi. Bu seçimlerde RP yüzde 21.7 ile birinci parti oldu. Bunun üzerine 28 Haziran’da hükümeti kurma görevini alarak, 7 Temmuz’da güvenoyuyla Türkiye’nin 54. Başbakanı oldu.
Doğru Yol Partisi ile birlikte kurulan bu koalisyon hükümeti sırasında halkın desteğini alan birçok önemli başarının yanında, uluslararası alanda gelişmekte olan 8 ülkenin işbirliğine öncülük yaparak, büyük bir gayretle bir yıl gibi kısa bir sürede D-8 (Development-8) oluşumunu meydana getirmesi önemli bir olaydı.
“Önce Ahlak ve Maneviyat” sloganıyla yola çıkan, ileriki aşamalarda “Yeniden Büyük Türkiye” ve “Yeni Bir Dünya” idealini gerçekleştirmek için var gücüyle çalışan hak davanın yılmaz-yorulmaz savunucusu, birçok önemli mücadeleye odaklanarak davasının hâkim olması için türlü fedakârlıklarda bulundu.
Özellikle 1996-1997 yıllarında şer odakların her türlü taarruzuna karşı eğilmeden, bükülmeden tavizsiz bir şekilde dik durmaya çalıştı!..
1998 yılı Şubat ayında genel başkanı olduğu RP’nin kapatılmasıyla birlikte tekrar 5 yıl siyasi yasaklı hale getirilen Erbakan, ömrünün son deminde bile yaşının ilerlemesine rağmen ev hapsine mahkûm edildi.
11 Mayıs 2003’te Saadet Partisi (SP)’ye genel başkan seçildi. Ardından bir süre genel başkanlık görevinden ayrıldı ve 2010 yılında yeniden SP genel başkanlığına seçildi.
Takvimler 2011’in 27 Şubat’ını (pazar günü saat 11:40) gösterdiğinde ise, hak davanın yılmaz savunucusu, toplumun mümtaz şahsiyeti bir süreden beri tedavi gördüğü Ankara Güven Hastanesi’ndeki odasında 85 yaşında dâr-ül-fenâdan (dünyâdan) dâr-ül-bekâya (ahirete) intikâl etti!!!
Kendisi uhrevi âleme göçtü, ama eminiz ki insan odaklı hizmetleri münasebetiyle, gönüllerin en kutsal köşesinde yer edinen varlığı ilelebet hissedilecektir.
Aslında böylesi mümtaz şahsiyetleri anlamak çok zor, zira asıl insan onları anlatırken zorlanıyor!
Ey hayatını ve rahatını inancına ve insanlığa feda eden muhterem ve muhteşem Zat, sizi saygıyla selamlıyoruz.
Sizin yaptıklarınızı, biz anlamaktan ve yazmaktan bile aciz bulunuyoruz.
Selam, saygı ve dualar sana ve sadıklarına…
Bilal KARADAĞ