casino siteleri

Burnu Kaf Dağında Olanlar

 

“Yeryüzünde böbürlenerek yürüme. Çünkü sen ne (yere vurduğunda) yeri yarabilirsin,

ne de boyca dağları geçebilirsin. (İsra, 37)”

Bir Müslümanda olmaması gereken kötü ahlak türlerinin başında gelir kibir. Şeytanı, İlahi yakınlıktan aşağıların aşağısına düşüren marazdır kibir. Cennetin kokusunu bile insana haram eden illettir kibir. Yüce Allah’ın Esma-i Hüsna’sından olan Mütekebbir ismini duymuşsunuzdur. En büyük olan, her hadisede büyüklüğünü gösteren, büyüklenmeyi hak eden manalarına gelen bu isim, sonsuz azamet ve ululuk sahibi olan Allah’a ne de yakışır. Her türlü noksandan uzak olan Allah’ın Mütekebbir oluşu ilahlığının gereğidir. Ama yarattığı insanın böyle bir ismi kendine layık görmeye hakkı yoktur. Hem yaratılmış faniler kendilerine mütekebbir ismini verse kaç yazar? Bunca eksiklik ve ihtiyaçla yaşayan, küçücük bir mikroba yeri geldiğinde yenik düşen, daima beslenmek zorunda olan ve öğütülen besinlerin artığını vücudundan atması gereken, atamaması durumunda perişan olan, yaşlılığı geciktiremeyen, ölümü öldüremeyen insanın ne haddinedir kibirlenmek, kendini büyük görmek. Buradan bakınca kibir sahibi bir insanın ne kadar aciz ve zavallı olduğunu, hatta ne kadar gülünç olduğunu görüyorsunuz değil mi?

 

Allah Azze ve Celle’de bu kibir komikliğine müptela olmuşlardan olmamamız için o tanıdık uyarısını yapıyor kullarına. Yeryüzünde böbürlenerek, kabara kabara, hava atarak yürüme. Çünkü sen ne yeri yırtabilirsin, ne de boyca dağları geçebilirsin. Var mı içinizde böyle babayiğit? Var mı yere vurduğunda yeri yaran bir tanıdığınız? Acaba yeri yarmak şöyle dursun, ağrıyan bir ayaktan başka ne kârı olur böylesinin? Ya da boyca dağları aşanı gördünüz mü? Heybetinden küçük dilinizi yuttuğunuz bir cengâver var da biz mi bilmiyoruz? Bu ayet kibir sahiplerine bir meydan okuyuştur.  Hadi bakalım madem bu kadar kendinizi beğeniyorsunuz o halde insanüstü bir şeyiniz olmalı. Gösterin bakalım. Mesela yere vurduğunuzda yeri yarıverin. Ya da öyle görkemli bir hale getirin ki kabaran omuzlarınızı dağlar kıskansın. Olmuyor değil mi? O zaman haddini bilmeli insan, aczini itiraf etmeli, alçak gönüllü bir şekilde kulluğunu ifa etmeli.

 

 Lokman Suresi 18 ve 19. Ayetlerde bu çirkin fiilin zıddındanbahseden Allah, kibrin yapmacık, eğreti bir hal olduğunu anlatmak ister gibi bize. “Yürüyüşünde doğal ol, sesini alçalt.” İşte olması gereken, insana yakışan, insani olan hal budur. Yürüyüşünde, konuşmasında, yaşayışında kişinin doğal olması. Ortalama bir insan görünümü çizmesi. Peygamberimizin mübarek hayatına baktığımızda da hep bu doğallık yeli eser yüzümüze. O, bizden biridir. Eviyle, ailesiyle, yaşamıyla halktan biridir. Kendisini tanımayanların onu ziyarete geldiklerinde tahta kurulmuş, kibirli bir padişah göreceklerini sanmalarına karşın, mecliste boş bulduğu yere oturan, yeri geldiğinde kalkıp su dağıtan, kendi söküğünü kendisi diken, dostlarıyla gülen ve üzülen, çocuklarla oynayan, onlarla selamlaşan, misafirine oturduğu minderini veren bir adamla karşılaşmalarına şaşırmaları hep bu sebeptendir.

 

Yine doğal ve mütevazi yaşamı hayat tarzı kılmış Peygamberimizin kibir sahiplerine gösterdiği tepki çok ilginçtir. Bunla ilgili olarak çarpıcı bir örneği anlatmak yerinde olacak diye düşünüyorum. Şöyle anlatılıyor hadis kitaplarında: “Resül-i Ekrem (s.a.v) her zamanki gibi meclisinde oturmuş ve dostları da etrafında halka şeklinde, onu bir yüzük taşı gibi ortaya almışlardı. Bu arada eski elbiseli fakir bir Müslüman kapıdan içeriye girdi. İslami adetlere göre herkes her hangi mevkide olursa olsun bir oturuma girince nerede boş yer bulursa hemen oraya oturmalıdır. “Benim canım şurasını istiyor” görüşüyle özel bir yere oturmak gerekmez.

 

O adam etrafına bakındı ve boş bir yer buldu; gitti oraya oturdu. Tesadüfen ileri gelen zenginlerden birisinin yanına oturmuştu. Zengin adam elbisesini toplayarak ondan bir az uzaklaştı. Bu hareketleri izleyen Resul-i Ekrem (s.a.v) ona dönerek:

 

Fakirliğinden sana bir şey geçer diye mi korktun?

Hayır ya Resülallah.

Servetinden ona bir pay düşer (sirayet eder) diye mi korktun?

Hayır ya Resülallah.

Elbiselerin kirlenir diye mi korktun?

Hayır ya Resülallah.

O halde niçin yanından uzaklaşıp bir kenara çekildin?

Yanlış bir iş yaptığımı ve hata ettiğimi itiraf ediyorum. Şimdi bu hatamın telafisi ve bu günahımın keffareti olarak servetimin yarısını bu Müslüman kardeşime vermeye hazırım dedi. Çünkü ona karşı yanlış bir hareket yaptım. Beni bağışlayın ya Resulallah.

Eski giyimli adam: Fakat ben bunu kabul etmeye hazır değilim.

Cemaat: Niçin?

”Çünkü bir gün beni de bir gururun sarmasından ve bir Müslüman kardeşime, bu gün bu şahsın bana yaptığı gibi, aynı hareketi yapmaktan korkuyorum” dedi.

 

Bu örnekten de anlaşılacağı üzere kibir affedilebilir bir şey değildir. Kibir baştan sona saçmalıktır, iticiliktir, yapaylıktır. Kibir beş beden büyük bir elbiseyi giyinmek kadar komik, acınası bir maskaralıktır. İnsan belki bunu yaşadığı zaman diliminde tam olarak idrak edemeyebilir. Ama geçmiş dönemlerde yaşamış, kibriyle meşhur olanların bugün tarih sayfalarında bir soytarıdan, bir palyaçodan ne farkı vardır Allah aşkına? Ebu Cehil gibi tam öleceği esnada, kendisini öldürmek için göğsüne çıkan sahabeye hitaben “Ey koyun güdücüsü ne de ulu bir yere çıkmışsın.” Diyerek son anında bile böbürlenmeyi ihmal etmeyen birinin bugün bu aptalca kibrine gülmekten başka ne gelir elden? Evet, kibir bir ayıptır ve kibir sahibi övülmeye değil yerilmeye müstahaktır. Şu dünyada kibir sahibinden daha ahmağı varsa o da kibir sahiplerine yalakalıkeden dalkavuklardır.

 

Konunun sonuna gelirken bir hususu açıklamak gerektiğini düşünüyorum. Bu husus, kibirle, vakarın birbirine karıştırmaması gerektiğidir. Vakar, bir Müslümanın kulluk vazifesine zarar vermemek için ciddiyetle İslam’ın ve kendi izzetine sahip çıkması demektir. İşini hakkıyla yerine getirmek, halka eşit davranıp kimseyi kayırmamak, sorumluluklarını bilmek vakarın gereğidir. Kesinlikle bu yüce ahlakın, kibirli olmakla, insanlara tepeden bakmakla alakası yoktur. Bunun için bir Müslümanın vazifelerindeki ciddiyeti kibrine işaret sayılamaz. Aksine bu durum muttaki oluşuna alamet sayılır.

 

Son olarak; bir Müslümanın kibirden, kibir sahibi insanlarla dostluk kurmaktan, kibirli insanlara yaranmaya çalışmaktan beri olmalıdır ki mütevazilerin verimli arzında yer edinebilsin.