casino siteleri

ÇOK GEZEN Mİ BİLİR? ÇOK OKUYAN MI?

Sorusu gariptir ki klişe ve belirsiz olarak kalacak… Herhalde bir soru olsam böyle belirsiz olmak istemezdim. Evrene geldiğim gibi gitmek istemez, bir cevaba bürünmek isterdim. İyi ki bir soru değilim… Neyse, konumuz bu değil. Bu soruya her dokunan gibi benim de bir fikrim, sıralayacağım cümlelerim var… Bence çok gezen bilir…

 Bir insan okuma bilmeden bile okuyabilir. Burada ki okuma herhangi bir dilin harflerini bir araya getirerek cümleler kurmak değildir. Doğa da yaratıcınız izlerini okumak, bir kuşa bakmak sonra başını başka yöne çevirip uçakları izlemek. Bir sineğin kanadıyla bir kelebeğin renk cümbüşünü okuyabilmek. Ne faydası var böyle okumanın? Demeyin. Belki bir diploma verilmez bunları okumayı bilince. Hatta sizden başka kimse bilmez bunları okumayı bildiğinizi. Zamanla bir yapboz gibi parçalarını birleştirip çıkmazlarınızda yol gösterirler. Yani ki bir diplomadan çok daha fazlasını verir. Farklı bakabildiğinizde beyninizde bu farkı hissedip farklı yollar gösterir size. Bilimsel olarak açıklayacak olursak, alışkanlıklarınızın dışına çıktığınızda beyin hücreleri elektrik akımı gibi farklı devre kablolarında taşırlar akımı. Peki, yeni bir yol ne işime yarar? Onu bende bilmiyorum. Bu sizin kullanmanıza bağlı. Ben mesela yeniliklerimi yazılarıma taşıyorum. Bir doktor bunu tedavilerine taşır, bir öğretmen öğrencilerine farklı yollardan öğretir bildiklerini, bir mühendis belki projesine yenilikler katar… bu uzayıp gider. Yani ki okuma bilmeden bile okumaktan kastım şu:  sadece gezerek sürekli okuyan insanlardan daha çok şey hakkında fikir sahibi olunabilir. Çünkü bir oda içinde okuduğumuzda dört duvar sadece kendi içimizdekileri verir bize. Adapte olabildiğimiz zamanda, çıkarımlarımız kadarını alırız. Bir cümleyi, okuma yazma bilen herkes gibi sıradan bir şekilde okuruz. Belki az sayıda insan gibi noktalama işaretlerine vurgular yaparak. Ama onun dışında herkes gibi okuruz.  İş anlamaya gelince farklılıklar çıkar ortaya. Bakmakla görmek arasında farklar vardır derler ya. Aynen öyle. Bir odada okuduğumuz satırlar zamanla aynılaşır. Ruh halimize göre, birikimlerimize göre, o an yorgunluk durumumuza göre değişir anlama oranı… 

Evet, okumak dünyanın en güzel şeylerinden biri. Yeryüzünü okumakta öyle olmalı. Çünkü dışarı adımımızı attığımız andan itibaren kontrol bizden alınıyor. Önümüze bir kırmızı halı seriliyor ve doğa kendini anlatıyor. Masal kitabında gibi geziniyorsunuz. Bu ağaç, bu kuş, bu deniz, bu yağmur; sesine kulak ver anlatacaklarını duymaz herkes. Bu toprak; kokusunu içine çek. Odur senin yoldaşın…  Sonra insanlar çıkıyor karşımıza. Farklı dilden,  farklı kültürden... Kırışık örgü ören ellerinde yaşanmışlıkları, buruk bakan çocuklarınkine karışıyor. İşte bunun gibi yeryüzünü okumak. Sahafları gezip hikayeler biriktirmek… (O lokanta; bu mağaza diyeceğimi sandınız değil mi? Tabiî ki onlarda var.) Aslında gezip gezip okumalı insan. Bir durakta ilanları da okumalı, otobüs bekleyen yolcuları da. Kaderi de okumalı, yıpranmış bir kitapta ki satırları da… Karış gezip anlatmalı; önce kendi hikayesini sonra yepyenilerini. Dinleyip dinleyip konuşmalı, susup beklemeli, yolunu kaybetmeli, acıkınca çantada ki ezilmiş sandviçi yemeli… Diyeceğim o ki farklılığını katmalı; yemek için değil, gezmiş olmak için gezmek hiç değil. Tefekkür için en çok. Tanımak, anlamak için sonra. Yaşamak, ben yaşadım diyebilmek için. Ve doğayı buna şahit tutabilmek için. Çünkü çok gezen ve çok okuyan bilir çokça bilebilmeyi…