casino siteleri

İLİM, ÂLİM ve SORUMLULUK 2…

Malik bin Nebi “toplum” diye bir derdi olmayan alim ve bilginlerin, edindikleri ilim ve irfanı, fikir ve düşünceyi onlarla paylaşmayıp tozlu raflara terk Etmeleri sonucu toplumda baş gösteren olumsuzluk ve ahlaksızlıklardan şikayet etme haklarının olmadığını söyler. Çünkü hayatın hiç bir alanı boşluk kabul etmemektedir. Alim ve bilginlerin doldurmadığı düşünsel ve kültürel boşluğu öz ve kökten yoksun imaj ve ambalaj kültürünün, ya da popüler kültürün dolduracağı ise kaçınılmazdır.

Nitekim ilmi amelin kılavuzu olarak tanımlayan Hz. Muhammed(a.), ümmetinin helâkının (fâsık) âlimlerden ve cahil âbidlerden olacağını ifade etmektedir. Bu sebeple Hz Peygamber; ilmini amelin kılavuzu olarak kullanan ve buna göre amel eden âlimler hariç, bütün âlimlerin helak olacağını, bunlardan da ibadetine düşkün olanlar hariç diğerlerinin helak olacağını, yine bunlardan da ancak ihlas sahibi olanların kurtulacağını bildirmektedir. Yani hadis, hem düşüncede, hem amel ve ahlakî davranışlarda saf ve berrak olan âlimlerin ancak kurtulabileceğini ifade etmektedir. “İhlâs”, samimiyetle birlikte saf ve katıksız, kirlenmemiş, bozulup kokuşmamış ve istikamet üzere olmak gibi anlamlara gelmektedir.


Hadisin başındaki “heleke” kelimesi de sadece “yok olmak/ölmek” anlamında kullanılmamıştır. Sözlüklerde “heleke’t-ta’âm”; yemeğin bozulması, kokuşması, çürümesi gibi anlamlara gelmektedir. Buna göre “Helekel-‘âlimûn” ifadesi de aynı şekilde âlimlerin istikametini yitirmesi, çürümesi, bozulması ve kokuşması gibi anlamları da taşımaktadır. Dolayısıyla hadis-i şerifte sadece âlimlerin fiziksel/varlıksal anlamda bir yok oluşu kastedilmemiş, onların istikametini yitirerek, bozulup kokuşarak vasıfsal yok oluşuna da işaret edilmiştir. Kazandığı her kariyeri rant ve ekrana dönüştüren günümüz din bilginleri (!) tam da bu anlamdaki kokuşmuşluğun, çürümüşlüğün, kirlenmişliğin ve ne yazık ki, bir helakin bariz örnekleri olarak karşımızda durmaktadırlar…


Kuşun yavrusuna vermiş olduğu kusmuğa benzetilen bilgi ile koyunun kuzusuna verdiği süte benzetilen ilim arasındaki farkı bile idrak edememektedirler bu rant ve ekran düşkünleri. Okuduğu 3-5 kitaptaki ham bilgiyi 80 milyonla paylaşıp ilk kez kendisi bulmuş, ilk kez kendisi söylüyormuş gibi bir edayla anlatarak zihinlerdeki tahribata “din adına” yenilerini eklemektedirler. Oysa ilmin edebi, ahlâkı, sorumlulukları ve bir terbiyesi vardı bizim geleneğimizde. Hangi meseleyi, nerede, nasıl, kimlerle, nereye kadar konuşmak vb. hususlar bu terbiyenin A B C siydi. O terbiyeyi yitirdiği için bilginler ya da aydınlar; bir türlü toplumun önüne düşüp de onlara klavuz ve rol-model olamadılar. Yani bilginlikten, aydınlıktan, akademisyenlikten Alimliğe evrilemediler bir türlü. Ümmetin bu parçalanmışlığının, bu perişanlığının birinci derecede sorumluları kendisini aydın veya bilgin diye tanımlayanlar, toplumda kanaat önderi diye tanımlananlar, ilahiyat alanında tahsil görüp de akademik veya sivil olarak okumak ve anlamaktan çok konuşanlardır.

 

Kısaca sınıflara, mihraplara, minberlere, ekranlara, gazete köşelerine vb. bütün kitle ileşim araçlarına bir şekilde hakim olanlar ya da söz geçirenlerdir sorumlular… Şimdi şapkayı önümüze koyma zamanı, şimdi ilimle uğraştığını iddia eden gerek ilahiyatçı gerekse başkalarının gerçekten ilmin neresinde, ne kadar yakınında ya da ne kadar uzağında olduğunu hesaba çekme zamanı…
Çuvaldızı başkalarına batırmadan önce henüz iğne batırmadığımız o kadar yerlerimiz var ki… selam ve dua… (devam edecek)